GÜLAY GÖKTÜRK - BUGÜN

Tezkere ve savaş paranoyası

* * *

Hayatımızın çeşitli dönemlerinde hepimiz birilerine vekalet veririz.

Ama bunlar çoğunlukla belli bir amaç için hazırlanan sınırlı vekaletnamelerdir. "Umumi vekaletname" vermeden önce kırk kere düşünürüz. Önceki gün Meclis'ten geçen savaş tezkeresinin ülke belirtilmeden, geniş kapsamlı bir tezkere olarak hazırlanmasına ben de bir anlam ver
emiyorum. Her ne kadar tezkerenin girişinde muhatabın Suriye olduğu belirtiliyorsa da, kapsamın ülke adı verilerek sınırlanmaması prensip olarak doğru değil. Eğer bir hükümet, Meclis'e ait olan bir yetkiyi acil bazı durumlarda kendisi kullanmak için vekaletname istiyorsa bu mutlaka sınırlı bir vekaletname olmak zorundadır ve yetki belgesi bu sınırları açık ve net biçimde belirtmelidir.

Nitekim bugün basında yer alan bazı haberlerden, bundan 11 yıl önce AK Parti'nin de aynı kanaatte olduğunu öğreniyoruz. Cumhuriyet'ten Erdem Gül, AK Parti'nin 2001 yılında Afganistan için çıkarılmaya çalışılan ve "yabancı ülkeler" ifadesinin bulunduğu tezkereye "çarşaf liste gibi çarşaf yetki" nitelemesinde bulunarak karşı çıktığını ve tezkere konusunda AK Parti adına konuşan Abdullah Gül'ün "Böyle bir yetkiyi almak hükümet için de tehlikeli. Çünkü bu işin nereye gideceğini hükümet de bilmiyor" dediğini hatırlatıyor bize.

Pratikte önemi yok

Öte yandan, kapsamın geniş tutulmasına yönelik eleştirileri ne kadar haklı buluyorsam, "AK Parti bizi savaşa sokacak" minvalli bir fırtına koparılmasını da o kadar saçma buluyorum.

Tezkerenin kapsamının açıkça belirtilmemesi prensipte yanlış bir tutum. Ama bunun pratik bir önemi yok.
AK Parti'nin elinde kapsamı belirsiz bir yetki belgesi var diye, yarın öbür gün kafasına esip İran'a asker gönderebileceğine kim inanır? Türkiye, dengesiz bir diktatör tarafından yönetilen üçüncü dünya ülkesi mi? Elinde nasıl bir belge olursa olsun, Meclis'e böyle bir emrivaki yapmaya ne AK Parti'nin ne de başka bir hükümetin gücü yeter. Demokrasilerde hükümetler böylesine hayati kararları alabilmek için sadece Meclis'in değil kamuoyunun da onayını almak zorundadır.

Akçakale krizi bu kadar

Kaldı ki, benim görebildiğim kadarıyla hükümetin bu tezkereyi Suriye'ye karşı kullanmaya da niyeti yok. Akçakale krizi bu aşamada sona ermiş görünüyor. Hükümet BM'nin, NATO'nun ve uluslararası kamuoyunun bu konuda Türkiye'ye verdiği destekten memnun. Suriye'nin de özür dilediğini belirtiyor ve olayı daha fazla tırmandırmak istemiyor.

Bu tutum doğru bir tutum, ayrıca Türkiye'nin son aylarda hayli değiştirdiği Suriye politikasına da uygun. Başlangıçta Esed'in bir an önce düşmesi için hayli aktif, agresif ve müdahale için fırsat kollayan bir çizgi izleyen hükümetin son birkaç aydır daha dengeli bir politikaya doğru kaydığı görülüyor. Bu politika değişikliğinde Esed'in sanıldığı kadar çabuk gitmeyeceğini görmenin yanı sıra Suriye'deki çatışmanın rejim ile muhalifleri arasında bir mücadele olmaktan çıkıp uluslararası planda Rusya, ABD, İran, Çin, İsrail gibi büyük ülkeler arasında bilek güreşine dönüşmesinin; ABD'nin ve Batı'nın Esed gidince gelecek olandan duydukları endişe nedeniyle müdahale opsiyonuna eskisinden çok daha soğuk durmalarının da büyük payı var.

Sonuç olarak, hükümetin kendisinin de söylediği gibi, bu tezkereyi kullanmak için değil ama caydırmak için elinde bulundurmayı istediği bu kadar açıkken ortalığı kaplayan sahte "savaş paranoyası"na bir anlam vermek kolay değil.

"Savaşa susamış bir hükümet" tablosunun "iş yapacağını" sanıyorlar anlaşılan. Ama yine yanılıyorlar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kamil Tekin Sürek - Evrensel

AHMET KAHRAMAN - YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

AHMET ALTAN - Taraf